Gelibolu Bayan Masör – Masör Ece

Gelibolu Bayan Masör – Masör Ece

Gelibolu Bayan Masör birazcık renk vermek, canlı görünmek için allık sürmüştü. Gene de sağlıksız ve mutsuz bir görünüşü vardı. Yüzünü çok beğeniyordum ve bu yüzü, bütün sevimliliğiyle her önüne gelene sunuşu ağrıma gidiyordu. Zaza, sosyetik genç kız rolünü inandırıcı bir rahatlıkla oynuyordu. Pikniğe birazcık erken gittik. Yavaş yavaş öteki davetliler de gelmeye başladılar. Zaza’nın her gülümseyişi, her verdiği merhaba, yüreğimi sızlatıyordu. Kendimi meşgul etmeye çalıştım. Çimenlerin üzerine sGelibolura örtülerinin yayılmasına, tabakların, çatal bıçakların ve yiyeceklerin açılmasına yardım ettim.

Gelibolu Bayan Masör makinesinin kolunu çevirdim bir süre, Stepha beni bir kenara çekip, Leibniz’in felsefi görüşünü kendisine anlatmamı rica etti. Bir saat kadar, can sorunmı unuttum, onunla mevzuştum. Fakat ondan sonrasında, gün bitmek bilmedi. Haşlanmış yumurta, puf böreği, baharlı, biberli çörekler, tavuklu pelte, kuru köfte, ciğer ezmesi, soğuk jöleli tavuk, sıcak etler, güveç, meyve şekerlemeleri, pastalar, kekler, acıbadem kurabiyeleri vardı. Evindeki bütün hanımlar, bu toplumsal ödevlerini canla başla yerine getirmişler; tüm hünerlerini ortaya dökmüşlerdi. Tıka basa yedik; hakikaten neşelenmeden âdet yerini bulsun diye güldük; konuşmuş olmak için konuştuk. Hiç kimsede hakikaten eğleniyor gibi bir hal yoktu.

Akşam üstüne doğru, Madam Mabille, Zaza’nın nerede olduğunu bilip bilmediğimi sordu. Aramaya koyuldu; ben de peşinden gittim. Zaza’yı, bir cavlanın dibinde, suya girmiş bulduk. Mayo yerine, bir pelerine sarınmıştı. Madam Mabille, Zaza’yı azarladı; ama kinci değil de, şaka yollu bir tavrı vardı. Bu şekilde küçücük mevzular için otoritesini sarsmaktan kaçınıyordu. Zaza’nın, o bitmez tükenmez günün sonunda, birazcık yalnızlık, birazcık duyarlılık ve kim bilir arınma gereksinmesi duymuş olduğumu fark ettim ve kendisini, halinden hoşnut, anaç bir evlilik batağına gömmeye hazır olmadığına kesinlikle inandım.

Gelibolu Bayan Masör

Gelibolu Bayan Masör onu avucuna almış bulunduğunu görüyordum. Madam Mabille, çocuklarına karşı kurnaz bir tutum sürdürüyordu. Çocukları küçükken, ne yapmış olduklarına pek aldırmıyor, büyüdükleri vakit da önemsiz, ufak tefek mevzularda canlarının istediğini yapmalarına göz yumuyordu. Böylelikle, onlara bir şey yaptırmak istediği zaman, kredisi sarsılmamış oluyordu. Arada bir canlı ve sempatik bir görünüşe bürünüyordu. Esasen oldum olası minik kızına, daha bir sevgi, daha bir yakınlık göstermişti. Zaza da, onun bu gülümsemelerine kapılıyor ve saygı duyduğu kadar sevgi de duyduğu için, bu duygulan, herhangi bir isyanyı önlüyordu. Ama bir akşam, ipin ucunu koyverdi. Madam Mabille, yemekte, son derece kinci bir tonda, “Tanrıya inanan bir insanoğlunun, nasıl olup da inançsız biriyle anlaşabildiğim anlayamıyorum” dedi. Yanaklarıma kan çıktı, al al oldum.

Dehşete tutuldum. Zaza, hiç aldırmadan,< “Kimsenin kimseyi yargılamaya hakkı yoktur” diye yanıt verdi. “Tanrı insanları, kendi seçtiği yollarda yürütür.” Madam Mabille, buz gibi bir tavırla, “Benim kimseyi yargıladığım yok, ” dedi. “Yolunu yitirmiş ruhlar için yakarma etmeli, fakat o ruhlara bulaşıp kendimizi de kirletmemeliyiz.” Zaza, öfkeden boğulacak gibiydi. Onun bu hali, kendisine olan güvenimi artırdı. Ne var ki, Laubardon’daki havanın, bir önceki yıldan daha düşmanca bulunduğunu hissediyordum. Daha sonrasında, Paris’e döndüğümüzde, Stepha, çok kötü giyindiğim için çocukların benimle alay ettiklerini söylemiş oldu. Üstelik Zaza, nedenini açıklamadan bana kendi elbiselerinden birini verdiği gün de alay etmişler. Kılık kıyafetimle hiç ilgilenmediğim için, başkalarının bu konudaki görüşlerine de hiç dikkat etmemiştim.